Hayli zamandır kafamız karışık.
Nereden geldik, nereye gidiyoruz, niçin buradayız, cevapları unuttuk.
Bu kafa karışıklığı hayatımıza iyice yansıyor artık, önceliklerimizi yitirdik.
Niyetlerimizde, tercihlerimizde, işlerimizde önem sıralaması böyle değildi, böyle olmayacaktı.
Gelin önce kimliğimizi, sonra önceliklerimizi hatırlayalım
Öncelerimizi doğru tayin edememek, şahsi zarardan öte, ümmet arasında yaygınşaşırsa eğer, ilâhi gazabı davet eden bir tehlikeye de dönüşmektedir üstelik.
Medine-i Münevverede hicretin birinci yılı. Mekkeli muhacirlerle artan nüfusuna ilaveten, bir de kıtlık yaşanıyor şehirde.
Yiyecek sıkıntısının çekildiği, açlık tehlikesinin baş gösterdiği bu dönemde bir cuma günü gıda malzemeleriyle yüklü bir kervan geliyor Şamdan. O zamanın
adetidir; defl er çalınarak, şarkılar söylenerek hem kervanın gelişi haber veriliyor hem de darlıktan kurtuluyor olmanın sevinci ifade ediliyor.
Bir şenlik coşkusuyla naraların ayyuka çıktığı, gürültülü bir müziğin Medine sokaklarında yankılandığı bu demde müslümanlar cuma namazı için Mescidi Nebevîdedir. Rasulullah s.a.v. minbere çıkmış, cuma hutbesi için kıyam eylemiştir. Şamatayı duyan cemaatin büyük bir kısmı Hz. Peygamber s.a.v.i ayakta bırakarak dışarı fırlar.
Bu olayı aktaran kaynaklar, mescitte sadece on iki kişinin kaldığını ve Cuma Suresinin Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki, Allahın yanında bulunan, eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. mealindeki 11. ayetinin bunun üzerine nazil olduğunu kaydederler.
Başka bir rivayete göre de bu duruma son derece üzülen Hz. Peygamber s.a.v. daha sonra, Nefsimi kudret elinde tutan Allaha yemin ederim ki, şayet herkes gitmiş ve hutbeyi dinleyen kimse kalmamış olsa idi vadiden üzerinize ateşten bir sel gelecekti. buyurarak, bu davranışın yanlışlığına ve tehlikesine dikkat çekmiştir.
Önceliklerimizin Önemini Sorgulamak
Bizler Efendimiz s.a.v.in karşılaştığı her durumun bir mesaj taşıdığına, yaşadığı her zorluğun -bilhassa öyle takdir edildiğine göre- bizim için bir ikaz,
ders, hisse yahut hikmet barındırdığına inanırız. Nitekim yukarıdaki olay, her dönemde yaşanabilecek bir hataya işaret eden tipik bir örnektir.
Ayetle kınanan, hadisle yol açacağı felakete işaret edilerek kaçınmamız istenen hata şudur:
İlâhi huzuru, ibadeti, cemaati, Peygamber s.a.v.in sözlerini terk ederek dünyevî bir ihtiyacı temine yönelmek...
Dikkat edilirse burada azarlama yahut ayıplamaya sebep olan husus, işin mâlâyani eğlence tarafını bir yana bırakırsak, bizatihi beşerî ihtiyaçların karşılanması değildir. Ticaret gibi, sair zamanlarda mübah olan, hatta teşvik edilen bir işin kendisi değil, zamanlaması, yapılış tarzı
ve ibadetin önüne geçirilmesi kınanma sebebidir. Hepsi de meşru ve zaruri görev yahut sorumluluklarımız arasında doğru bir öncelik-sonralık sıralaması yapmamız gerektiğini ihtar eder. Kısaca, naklettiğimiz olay, müslümanların önceliklerini belirlemede zaman zaman hata yapabileceklerine dair bir ikaz taşımakta, bizi bu konuda dikkatli olmaya çağırmaktadır.
Böyle bir davranışın Ashabdan sâdır olması, ulemanın ittifak ettiği gibi, müslüman şahsiyetlerinin henüz teşekkül safhasında da vuku bulsa, Sahabenin yüceliğine gölge düşürmez. Zira en samimi müslümanların bile bazen zaaf gösterebileceği, beşerî temayüllerin, hele de bunlar bir ihtiyaca dayanıyorsa, insanı yanlış yönlendirebileceği tehlikesi böylece vurgulanmıştır.
Öyle değil midir? Bütün samimiyetimize rağmen bizim de bugüne kadar çok acil, önemli, hayatî gördüğümüz nice meselenin peşine takılıp kulluk sorumluluklarımızı ihmal ettiğimiz olmamış mıdır? Pişmanlıklar, keşkeler, önceliklerimizin önemini sorgulamamaktan doğmamış mıdır? Önceliklerimizi
doğru tayin edememek, şahsî zarardan öte, ümmet arasında yaygınlaşırsa eğer, ilâhi gazabı davet eden bir tehlikeye de dönüşmektedir üstelik.
O halde niyetlerimizde, tercihlerimizde, hattı hareketimizde önem sırasını doğru belirlemek, buna göre hareket etmek gerekiyor.
Asıl Kimliğimiz nedir?
Bu dünyada iç içe girmiş birden fazla kimlik veya statüye sahibiz. Müslümanız, insanız, vatandaşız, diyelim ki aile reisiyiz, memuruz, esnafız, bir derneğin,
bir fi krin mensubuyuz, vs... Bütün bu kimlik veya statülerin bize yüklediği görevler ve sorumluluklar vardır. Yükümlülüklerimizi yerine getirmek, netice almak, muvaffak olmak için, yapmamız gerekenleri önemine göre sıralar, bazılarına öncelik veririz. Şu halde önceliklerin belirlenmesi, kimliklerimizin bize yüklediği sorumluluklar ile hedefl ediği neticeyi dikkate almak suretiyle yapılan şuurlu bir tercih ve sıralama eylemidir. Kendimiz olmayı,sorumluluklarımızı bilmeyi, neticeyi gözetmeyi, akletmeyi ve nihayet standart ölçüleri gerektirir.
Tek tek isimlendirilmekle beraber, sahip olduğumuz kimlikler uygulamada iç içedir ve her birinin önceliklerinin farklı olması, hatta bazen bu önceliklerin çakışması, yine uygulamada temel bir kimliğin belirleyiciliğini zaruri kılar. Bizim temel kimliğimiz ilk ve en kapsayıcı çerçeveyi oluşturduğu için müslümanlığımızdır. Yani kim ve ne olursak olalım, önceliklerimizi belirlerken müslüman kimliğimizin icaplarını esas almak, bunun ölçülerini hesaba katmak, bütün tutum ve davranışlarımızın bu çerçevede kalmasına özen göstermek zorundayız. Çünkü müslümanlığımız asıl, diğer kimliklerimiz fer (birinci derecede önem taşımayan) hükmündedir.
Öyleyse birinci ve değişmeyen önceliğimiz, bütün davranışlarımızın, bu arada her konudaki önceliklerimizin dinin kriterlerine göre belirlenmesi gerektiğini bilmek, İslâm kimliğini kuşanmak, yani müslüman olmak ve müslüman olmayı sürdürmektir.
Müslüman olduğumuzu beyan etmekle müslüman kimliğimizi esas almak her zaman aynı şey değildir. Bugün bütün dünyayı saran modernizm çoktandır dini temel olmaktan çıkarmış; bunun yerine beşeriyeti veya nefsaniyeti koyup, beşer aklını asıl kabul etmiştir. Modern dünyada din artık ya nefsaniyetin elinde kişinin istek ve arzularına uydurulan önceliği olmayan bir aidiyet ya da hükümsüz bir kimliktir.
Nefse hoş gelmesi ve beşerî planda baş döndürücü ilerlemeler sağlaması, bu yaklaşımın müslümanlar arasındada revaç bulmasına, hatta aksi düşünülemez
tek gerçeklik gibi algılanmasına yol açmıştır. Farkında değiliz belki ama müslümanlık iddiamıza rağmen tasavvurlarımız, kavramlarımız, zihnimiz modernizmin işgali altındadır. Önceliklerimizi bu kafa karışıklığı ve kalp bulanıklığıyla belirlemeye kalkışınca isabet kaydedemiyoruz. Onun için yeniden müslüman olmak, müslümanlığımızın nelere delalet ettiğini sorgulamak, bu kimliğimiz üzerinde tefakkuh etmek, yani derin anlayış ve kavrayış sahibi olmak zorundayız. Hal-i hazırın en önemli, dolayısıyla en öncelikli meselesi budur.
Sadece Zikir Halinde Kendimiziz
Kulluk dışında dünyevî veya fani herhangi bir kimliğin esas kabul edilmesi, insanı zımnen de olsa inkâra yahut ilâhlaşma tutkusuna sürükler. Bu, insanın asıl kimliğini, dolayısıyla kendini kaybetme halidir. Böyle durumlarda belirlenen öncelikler ne kadar makul görünürse görünsün, bir işe yaramayacaktır. Hakikatte olmayan bir şeye dayandığı, bir kopmuşluğun sonucu olduğu için, belirlendiği zannedilen öncelikler, kapılmanın veya sürüklenmenin ifadesidir. Halbuki kulluk mutlak ve gerçek bir Mevlâyı zaruri kılar. İnsan, Mevlâsı ile irtibatını muhafaza edip gözettiği müddetçe kul olur, kulluğunun icaplarını yapar. Bu anlamda kulluğu bütün boyutlarıyla yansıtan kavram zikirdir.
Bütün ibadetlerin özü olan zikir, Allah Tealâyı yad etmek, Onun rızasını umarak emir ve yasaklarını hayata aktarmak, hamd ü senada bulunmak, her an Onun tarafından denetlendiğimiz hakikatinden gafi lolmamaktır. İbadetler hususi birer zikirdir elbette ama zikir, madem ki kulluğun olmazsa olmaz şartıdır, bunlarla sınırlı değildir. Kuran-ı Kerimde akl-ı selim insanlar için, Onlar, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allahı anarlar. (Âl-i İmran, 191) buyurulmak suretiyle her halükârda Allahı zikirden geri durmamak gerektiği, bunun zamanla yahut hal ile sınırlanmadığı da anlatılır.
İnsan zikirle kulluğunu, yani asıl ve temel kimliğini fark edebilir. Ancak zikirle, kulluk şuuruyla kendini Allaha rabteden insan, konjonktürel rüzgârlar önünde sürüklenip savrulmaktan berîdir.
Zikirsizlik gafl ettir. Kendini bilmeyen, kendinde olmayan insanın belirledim zannettiği önceliklerin tutarlı bir yanı yoktur.
Dünya Pazarı Var Ama Ahiret Pazarı da Var
Münafi kûn Suresinin 9. ayetinde, Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allahı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanlardır. mealindeki ikazda da zikrin en vazgeçilmez dünya meşguliyetlerine dahi öncelenmesi emredilmektedir.
Dikkat edilirse baştan beri önceliğimiz şudur derken, diğerlerinin önemsiz olduğunu söylemiyoruz. Öncelik belirlemek, hepsi de önemli veya gerekli hususlar arasından en önemlisini seçmektir. Bu, diğerlerinin yapılmayacağı anlamına gelmez. Dünyaya da ahirete de faydası olmayan lüzumsuzluklar, boş işler zaten konumuz değil. Nitekim yukardaki ayet mallarınızı ve çocuklarınızı ihmal edin, bunlar önemsizdir demiyor. Bunlarla meşgul olun, bunlar da önemlidir ama önceliğiniz değildir. Birinci önceliğiniz Allahı zikretmek, Onun varlığını unutmamaya çalışmaktır. diyor. Benzer bir sıralama yazının başında aktardığımız Cuma Suresinin 11. ayetinin hemen öncesindeki iki ayette çok açık bir şekilde yapılıyor. Bu iki ayet olması gerekeni, daha önce naklettiğimiz 11. ayet ise olmaması gerekeni örnekliyor bize.
Olması gereken şu: Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınız zaman Allahı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. (Cuma,9). Farkındasınızdır; bu ayetler genel olarak bütün insanlara yahut dil ile müslümanım diyenlere değil, müminlere hitap etmekte. Türkçeye koşun şeklinde tercüme edilen kelime aslında tam olarak gönülden bir tercihi, can atmayı, öne almayı ifade ediyor. Akabindeki 10. ayet ise ikinci plana bırakılan işin de terk edilmeyeceğini, önemli olduğunu anlatıyor: Namazı kıldıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allahın lütfundan nasibinizi arayın. Allahı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. (Cuma, 10)
Bu ayetlerdeki malların, çocukların, alışverişin, dünyevî ihtiyaç, sorumluluk veya meşguliyetlerin sembolü olduğu tefsiri yapılmıştır. Cuma namazı da zikrin sembolü. İhtiyaç da olsa dünyevî meşguliyetler nihayet dünya ile ilgilidir. Ahiret hesabında zikir yükümlülüğümüzün yerine getirilmesi kadar hayırlı bir semere vermez. Ebedî olması hasebiyle bizim önceliğimiz ahirettir. Öyleyse dünya pazarı ahiret pazarına mani olmamalıdır.
Sonuç Olarak
Önceliklerinizin belirlenmesinde kendinizi nasıl tanımladığınız ve ölçüleriniz kadar, temyiz kabiliyetiniz ve ferasetiniz de rol oynar. Neticede ölçüleri kullanmak, bunlara göre bir ehem (daha önemli) ve mühim sıralaması yapabilmek bir akıl işidir. Hz. Peygamber s.a.v. ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonrası için en iyi hazırlığı yapan kimseleri müminlerin en akıllısı olarak nitelediğine göre, öncelikleri en sağlıklı biçimde belirleyenler, ölümü en çok hatırlayanlardır. Ölümden sonrası için yapılan hazırlık da öncelik listemizin başında neyin bulunması gerektiğine işaret eder.
Daha lokal planda belirlenecek öncelikler ise güçlü bir sezgiyi, şartları iyi okumayı, geleceği doğru tahmin etmeyi, kısaca feraseti elzem kılar. Feraset, Cenabı Hakkın kâmil müminlere bir ikramıdır. Kulluk edeplerine riayetle, zikirle, takva ile kazanılan bir mazhariyettir. Allahın nuruyla bakıyor olmanın isabetidir.
Bu anlamda akıl ve feraset insan-ı kâmilin vasfıdır. Öyleyse öncelikleri en doğru şekilde tayin edenler kâmil müminlerdir. Bu sebeple onlar bizim gibi
lafı uzatmak yerine, tasavvuf yolunun usul ve esasları sadedinde önceliklerimizi kısa kısa sıralayıp en güzel tarzda tesbit etmişlerdir.
İşte mürşid-i kâmillerin öncelikler listesinden bazı maddeler:
* Kuran ve Hadise sımsıkı sarılmak,
* Hevâyı, hevesi ve bidatleri terk,
* Mürşide bağlılık ve hürmet,
* Halkın kusurlarını görmemek,
* İnsanlarla iyi geçinmek ve onlara
hizmet,
* Güzel huy sahibi olmak,
* Virdlere devam etmek,
* Tevile ve ruhsatlara yanaşmamak..
Uzun lafın kısası dedikleri bu olmalı.
SEMERKAND - Aylık Tasavvufî Dergi
Müslümanın Öncelıklerı
Moderatörler: ucharfbesnokta, Ertugrul
BİDAT
imamı RABBANİ k.s.tüm ilmini bidatları temizlemekle uğraşmış bir ALLAH dostudur.her devırde kıyamete kadar ALLAH dostları dini bidatlardan arındırıp ALLAH ın kitabını PEYGANBERİN sünnetini öğrenip öğretmek için daha küçük yaşlarda eğitim ve ilim için dergahları yurt edinen kişilerdir.
Re:
İnsanlar teknolojiyi geliştirirken kendilerinin dünyaya neden geldiklerini unutup sevgiyi,saygıyi,hoşgörüyü,insanlıklarını körelttiler,islamdan öyle bir uzaklaştılarki,hiçbir felaketten ders almadılar,ölüm bile artık çok sıradan onlara,ne diyelim Allah hidayetimizi daim etsin,hidayette olanlarıda ziyadeleştirsin.
- hakandidinir
- Özel Üye
- Mesajlar: 2638
- Kayıt: 10 Oca 2007, 00:00
Re:
Allah razı olsun kardeşim sağ olunuz var olunuz