HİMMET

Tasavvûf Bölümü

Moderatörler: ucharfbesnokta, Ertugrul

Cevapla
Kullanıcı avatarı
yuksel
Özel Üye
Özel Üye
Mesajlar: 359
Kayıt: 27 Oca 2008, 00:00
Konum: bodrum

HİMMET

Mesaj gönderen yuksel »

Himmet rahmettir. Himmeti çekmek için ona yönelmek gerekir. Anne diye ağlayan çocuk kalbini ve himmetini annesine yöneltmiş demektir. Bu yöneliş annenin kalbini çocuğa çeker ve anne himmetini yavrusuna yöneltir.

Sadık mürit de buna benzer. Kalbinin ilacı olan rahmeti, feyzi, ilâhi sevgiyi, manevi nisbeti ele geçirmek için kendini muhtaç görmeli, ağlamalı, sızlamalı, ilacı elinde bulunduran mürşidini kendi tarafına çekmek için kalbini onun tarafına yöneltmelidir.

Büyük arif Ebu’l-Abbas Mürsifî (k.s) bu konuda şöyle diyor:

“Mürşidin kalbinin sizinle olmasını istemeyin. Siz mürşidi kendi hayalinizde tutmaya ve onu hatırlamaya çalışın. Siz onu ne kadar hayalinizde tutabilirseniz, o derece onun yanında bulunmuş olursunuz.

Çünkü mürşidin kalbi ve himmeti size değil, Allahu Teala’nın huzuruna bağlıdır. Gerçek mürit mürşidine sımsıkı yapışır. Mürşidinin kendisine yönelip ilgilendiği ve devamlı nezaretinde tuttuğu mürit olgun mürit değildir.

Çoğu zaman sadık talebelerimizden bazıları beni Mekke, Medine, Mısır, Rum diyarları gibi uzak beldelerde gördüklerini söylüyorlar.

Bu görüşmenin rüyada olduğu gibi, uyanık halde de gerçekleştiğine yemin ediyorlar. Habuki ben, onların gördüğü yerlerin çoğuna cisim olarak gitmiş değilim.

Onlar beni çok samimi olarak sevdiklerinden yanlarında hayal edebiliyorlar. Ben bundan onların sadakatını ve bana olan sevgi derecelerini öğreniyordum.”918

Kalbin mahzun olup boynun bükük olması ve niyetteki samimiyet Allah’ın rahmetini çeken en güzel sebeplerdendir.

Allahu Teala isteğinde samimi olmayan, ciddi olarak yalvarmayan, gafil kulların duasını işitir ama kabul etmez. Arzu ve isteğinde samimi ve sabırlı olan kimsenin eli de boş döndürmez.

Şah-ı Nakşibend (k.s) Hazretlerine tanıdıklardan bir kimsenin hasta olduğu bu yüzden, kendisinden teveccüh ve himmetlerini arzu ettiği söylenince şunu hatırlattılar:

“Hasta olan kimseye teveccüh edilmesi ve ihtiyacının giderilmesi için, öncelikle hastanın isteğinde ihlaslı olması ve hastalığını kabul ederek samimiyetle şifa istemesi gerekir. Bundan sonra kendisine yönelme olur.”919

Reşahat adlı eserin sahibi Şeyh Safi (rah)’in naklettiği olay konumuza bir çok yönden ışık tutmaktadır:

“Şeyhulislam Ahmed Câmi Hazretlerinin huzuruna bir Türkmen beyi ve hanımı yanına birlikte girdi. Zevcesinin elinde son derece güzel bir çocuk vardı.

Fakat bu çocuğun iki gözü de kördü. Anne-baba büyük bir ızdırap ve üzüntü içinde Hazretin huzuruna yanaştılar ve:

- Efendimiz! Bu bizim tek oğlumuz. Her şeyi güzel, fakat iki gözü de görmüyor. Dünyayı gezdik, pek çok doktora gittik çare bulamadık. Dua edecek veli ve ulu kişilere gittik, sonuç alamadık.

Bizim malımız çoktur, bu yolda hepsini feda etmeye hazırız. Sizin istediğiniz her şeyin Allah katında kabul edildiğini duyduk, kapınıza geldik.

Şu oğlumuza bir nazar ediniz, kendisine göz nuru verilsin. Bütün malımız sizin olsun. Eğer siz bize himmet etmezseniz, kendimizi yerden yere vurup helak olacağız. Lütfen bizi boş çevirmeyin!’ şeklinde yalvarmaya başladılar.

Ardından huzurda ağlamaya başladılar. Ulu veli bu istek karşısında irkildi. Zira kendisinden mucize çapında bir iş isteniyordu. Bunu edebe de aykırı gördü ve onlara:

- Bu ne garip bir istek! Körlerin gözünü açmak Hazreti İsa peygamberin (A.S) mucizesidir. Ahmed Câmi kim oluyor ki ondan bu işi istiyorsunuz? Dedi.

Ve yavaş yavaş oradan uzaklaştı. O sırada Türkmen beyi ile hanımı kendilerini yere attılar. Hıçkırarak ağlamaya başladılar. İşte o anda Ahmed Câmi Hazretlerinin kalbine ilâhi bir nur (vâridat) indi. İçinde bir ses yankılandı. Hazret kendisini tutamadı. İradesi dışında dilinden şunlar döküldü:

- Biz yaparız, o değil!..

Yanındakiler bu sözü işittiler. Şeyh efendi birden geri döndü. Çocuğun yanına gitti. İki baş parmağını küçük yavrunun gözlerine dayadı ve:

- Allah’ın izniyle aç gözlerini ve gör! diye seslendi.

Ellerini çekti, çocuk ışıl ışıl görmeye başladı. Oradakiler hayret ve dehşet içinde kaldılar. Anne baba çocuklarına sarıldılar, bu defa sevinç göz yaşları içinde ayrıldılar. Oradakiler Ahmed Câmi Hz.lerine şu soruyu sordular:

- Efendimiz! Önce, ‘Ahmed kim oluyor ki bu işi yapsın’ dediniz. Sonra da ‘Biz yaparız!’ buyurdunuz. Bu iki sözün manası ne idi? Hazret şu cevabı verdi:

- İlk söz benim sözümdü ve doğrusu bu idi. Ben tek başıma bu işe güç yetiremezdim. İkinci söz bana ait değildi. O kalbime ilham edildi, sırrıma indirildi. O Rabbime ait bir ilhamdı.

Bana, ‘Ölüleri İsa mı diriltir, körlerin gözünü İsa mı açar, dilsizleri dilini İsa mı çözer!? Onların hepsini biz yaparız!..’ dendi.

Sonra da, ‘Geri dön! Biz o çocuğun gözünün açılması için seni vasıta yaptık!’ buyuruldu. Bu mana kalbime öyle tesir etti ki dilimden döküldü.

O söz ve iş Cenâbı Hak’tan geldi. Ahmed’in elinde ve nefesinde göründü.920

Büyük veli Abdulkerim el-Cilî (k.s) “İnsan-ı Kamil” kitabında bütün başarının, himmetteki samimiyete bağlı olduğunu belirtir ve şunu ekler:

“İsteğinde samimi olan kimsenin iki alameti vardır:

Birincisi: Yöneldiği ve istediği şeyin olacağına kesin olarak inanmaktır.

İkincisi: Gücü nispetinde istenen şeylerin gereğini yapmaktır.

Böyle olmayan kimseye himmet ve azim sahibi denmez. O sadece boş temenniler ile avunan ve davasında yalancı olan birisidir.

Böyle bir kimse aradığını bulamaz, sevdiğine kavuşamaz. Onun hâli elinde kalemi, kağıdı olmayan, okuma-yazma bilmeyen bir kimsenin mektup yazmaya kalkmasına benzer.

Bu durumda olan birisi mektubu nasıl yazacak? Hem o bu şekilde niye mektup yazmak istesin ki!?..
Cevapla

“Tasavvûf” sayfasına dön